Sarı Zarf


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 


Marques; “Yaşam, ne yaşadığımız değil, ne anımsadığımızdır.”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüz yıllık tarihinde insan hakları alanında mücadele veren, hayatını ortaya koyup kurşunlara hedef olan, inandığı “barış, adalet, özgürlük ve kardeşlik” uğruna ölüme meydan okuyan bir kişidir Akın Birdal.

Turgut Özal’ın kendisine dediği gibi anıtı dikilesi, Türkün ve Kürdün ortak vicdanı Birdal’ın yazdığı “Sarı Zarf” kitabını heyecanla okudum.

Nezaket gösterip bana imzalı kitabını gönderen Birdal’a ayrıca teşekkür ederim.

Aslında Birdal’ın hayatı ve yaşadıkları romanlara ve filmlere konu edilecek kadar çok değerli olduğunu da düşünüyorum.

Sarı Zarf; şu anki nesillere ve gelecek nesillere de gönderilmiş bir mektuptur.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi: “Bütün insanlar, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”

Sarı Zarf; özelde Doğu ve Güneydoğu, genel de ülkenin tamamında özellikle yaklaşık kırk yıldır yaşanan çatışma, şiddet ortamı ile darbelerin nelere mal olduğunu da ortaya koymaktadır. Diyarbakır’da yaşamış, savaşı, ölümü, evimin ve köylerin yakılmasını görmüş, 28 Şubat sürecinde fişlenmiş, 25 yıl gazetecilik yapmış, tüm yaşananları yaşamış ve yaşananlara tanıklık etmiş biri olarak kitabı merakla okuduğumu ifade etmeliyim.

Kırım Türkmen ailesinden gelen, dedesi 1934 yılında Ankara’ya, oradan da “Geçti Born pazarı sür eşeği Niğde’ye” sözü gibi ailesi Niğde’ye yerleşen Birdal, yaşadığı yoksulluktan ötürü muhtar çakmağı satmasından, yerel gazeteleri satmasına, bakkalcılıktan tutun da tarımcılığa kadar pek çok iş yapmıştır. Öyle ki; abisinin evlenmek istediği kızla görüşmeye giderken bile para karşılığında saatini dahi rehin bırakmıştır.

Galiba yoksulluk konusunda tek rakibim Sayın Birdal’dır.

Akın Bey’in kız kardeşi Aytül hanım, bizim Diyarbakır eski Valisi Doğan Hatipoğlu’yla evlidir. Kırk yedi yıllık hayatımın 25 yılında hiç değişmeyen, dostluğundan, ağabey sevgisinden her zaman mutluluk ve onur duyduğum, hatalarım, günahlarımla birlikte kahrımı çeken, her konuda öncü rol oynayan Doğan Bey’in kayını olması da bana ayrıca mutluluk vermiştir.

Kitapta, Birdal’ın çalıştığı Köy-KOOP’ta, Rahşan Ecevit tarafından işten çıkarılması ve Ecevitlerle yıldızının barışmamasını da öğrendim. Ayrıca işlettiği bakkal dükkânın tam karşısında bulunan ABD Haber Alma Merkezi’nde Rahşan Ecevit’in kız kardeşinin çalışması, Rahşan Ecevit’in ve Deniz Baykal’ın TUSLOG’u sık sık ziyaret etmeleri de dikkat çekmeye değer bir ayrıntıdır.

12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde vahşetin yaşandığına, Türkçe bilmeyen mahkumların yakınlarıyla görüştürülememesine değinen Birdal, 12 Eylül darbesinde 650 bin kişinin gözaltına alındığını, 173 kişinin işkence sonucu öldürüldüğünü, 50 kişinin de idam edildiğini aktarmaktadır.

Çok sayıda ulusal ve uluslararası alanda insan hakları ve barış ödülleri alan Birdal; İHD’nin kuruluş aşamasında Vedat Aydın’ın 7 Temmuz 1991 de işkence ile öldürülmüş

cesedinin bulunduğunu, 1992’de Cizre de Newroz bayramında özel timlerinin açtığı ateş sonucunda 94 kişinin hayatını kaybettiğini de tarihe not düşer.

1993 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la görüşmelerinde Özal’ın kendilerine; “Bir gün gelecek, sizin gibi insanların heykelleri yapılacak” dediğini, Demirel’le yaptıkları görüşmedeyse, kendilerine; “Bana devlet cinayet işliyor dedirtmezsiniz” diyerek görüşmeyi sonlandırdığını, Cumhurbaşkanı Sezer’den çok defa randevu istemelerine rağmen, kendilerine randevunun verilmediğini de belirtir.

Kitabında pek kontur-gerilla cinayet ve hukuk dışı eylemlerine yer veren Birdal; DEP’li Mehmet Sincar’ın 4 Eylül 1993 tarihinde öldürüldüğünü hatırlatarak Sincar’ın “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım ve Alaaddin Kanat tarafından öldürüldüğünü aktarır. 12 Ocak 1996 yılında Şırnak Güçlükonak’ta 11 köylünün minibüs içinde öldürülmesi ve yakılmasını da not eder.

14 Şubat Sevgililer Günü’nde eşinin yakalandığı kanser hastalığından ötürü iki ay sonra yaşamını yitireceği öğrenmesi ve sonrasında eşinin vefat etmesine de çok üzüldüm. Birdal; “Yaşamın en kötü yanlarından biri de, birinin beklemediği eve akşam dönmesidir” diyerek aslında ne kadar üzüldüğünü de hissettirir. Ben bu duyguyu çok iyi bilir ve 11 yıldır da yaşarım.

28 Şubat Darbesi döneminde İHD raporuna göre 98 kişinin yargısız infazla öldürüldüğünü, 10 kişinin kaybedildiğini, üç bin 344 kişinin işkence gördüğünü, 14 kişinin gözaltında, 38 kişinin de cezaevlerinde yaşamını yitirdiğini aktarır.

Birdal; ölümcül silahlı saldırıya uğramadan önce, 24 Nisan 1998 günü Kanal D’de ana haberleri sunan Uğur Dündar’ın, akşam haberlerinde Şemdin Sakık’ın iddiaları olarak değil, yaşanmış ve gerçekmiş gibi sunarak kendisinin hedef gösterildiğini de, ilk defa bu kitapta okudum. 12 Mayıs 1998 tarihinde de saldırıya uğradığını, 6 kurşun yediğini ve saldırının Türk İntikam Tugay’ı (TİT) tarafından üstlendiğini de belirten Birdal; Mesut Yılmaz’ın saldırının “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından talimat verildiğinin söylediğinin de bilgisini verir.

Ayrıca cezaevinde ölümü kuşkulu olan MİT görevlisi Kaşif Kozanoğlu’nun da saldırının planlaması içinde yer aldığı ileri sürülmüştür.

Türk insan hakları savunucusu olarak Kürdün hakkına ölümüne sahip çıkan, 4 Şubat 1978’de babasını yitiren Birdal, 11 Şubat’ta annesini yitirmesi ve babasının yanına defnedilmesi, sonrasında evlendiği ikinci eşini de yitirmesi, onun ne çok zorlu bir hayat yaşadığının ayrı bir hikâyesidir.

Birdal’ın; Vedat Aydın öldürülmeden iki ay önce Lice’de yaralanan 5 PKK’lının ölü cesetlerinin helikopterden atılma olayını da hatırlatması, çok yakın geçmişte Cizre’de helikopterden atılan sivil vatandaşları da bana hatırlattı.

Bir kısım Kürtlerin kimlikle ilgili bir handikap yaşadığına vurgu yapan Birdal; “Sorun, birinin başkalarını değil, kendisini inkâr etmesidir. Çünkü başkaları bir kimliği yok edemez. Ama kendi kimliğini reddeden ya da unutmak isteyen birileri çıkarsa onlara da ne denir ki?” der.

Vedat Türk Ali’yle dostluğunu, ona olan sevgi ve özlemini anlatırken söylediği; “Ah Vedat abi, bir de tavlada beni yenebilseydin” ifadesindeki havayı ancak ağabeyim Doğan

Hatipoğlu söndürür. Akın Bey, kendilerine çok güveniyorlarsa, hodri-meydan, Doğan Bey’le tavla oynasınlar. Kimin Born Pazarını geçeceğini de göreceğiz.

Birdal’ın yüreğine sağlık. Dolu dolu bir kitap olmanın yanında bir yurttaş ve bir gazeteci olarak vermiş olduğu amansız insan hakları mücadelesinden dolayı da ona şükran borçluyum



Tarih: 06.02.2021 01:12