Bugun...
Bir Anne:


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 03-07-2020 22:10

Lanet Olsun Sizin Adaletinize!

Kırk altı yıllık hayatıma çok şey sığdırdım.

Daha altı yaşındayken babasızlığı, sonra annesizliği gördüm. Ablalarımın, yeğenlerimin ölümünü gördüm. Evimin askerlerce yakıldığını, annemin başına bağladığı yanmış bezi, küle dönmüş evin korlarından Allah’a doğru yükselen dumanları gördüm.

Acı bir çığlık gibi annemin askerlere;

“Ne olur, Allah aşkına!

Hz Muhammed (a.s) aşkına evimi yakmayın!

O yetimlerimin evidir. Bir daha nasıl yapacağım?” haykırışını gördüm.

Sahip olduğum onca kalabalığın, otuz bin kişilik aşiret denen feodal yapının içinde yalnızlığı, çaresizliği, elimden tutan olmayanı, tek başıma savaşmayı gördüm.

Ne amca gördüm, ne de dayı.

Kendi savaşımı kendim verdim. Hukuk Fakültesi’ni kazandım, imkânsızlıktan dolayı okuyamadım.

Ve işin en acı yanı, kazanma gururunu annem hariç, hiç kimseyle paylaşmadım.

Çünkü parasızlıktan okuyamayacağım deme gururunu kendime yediremiyordum.

Çünkü çocuktum…

Sonra adı konulmamış savaşı gördüm.

Diyarbakır Peygamber Camisine gelen, yan yana dizilmiş asker cenazelerini, Dicle Üniversitesi’ne gelen militan cenazelerini gördüm. Peygamber Camisinden ve Dicle Üniversitesi morgundan çıkan çığlıklar, dökülen kanlı gözyaşları, bir taraftan hawar hawarlar, beri taraftan Mehmed’im, kuzum diyen, insanın ciğerlerini söken feryatları gördüm.

Hani derler ya, annelerin gözyaşının rengi olmaz diye. Evet, militan anneleri de, asker anneleri de hep aynı çığlıkları atıyorlardı.

Askerler de, militanlar da aynı vatanın toprağına emanet ediliyordu. İkisinin de mezarı üzerine şehit yazılıyordu.

Biri vatan savunması adına şehit oluyordu, diğeri zulme karşı başkaldırdığı için şehit olduğu iddia ediliyordu.

Bu bana çok acı ve tuhaf geliyordu. Aynı dine, aynı Allah’a, aynı kıbleye, aynı toprağa, kimi zaman aynı anne-babaya ait kardeşler, birbirlerini öldürdüğünde nasıl şehit oluyordu?

Aynı aileden hem militan ve hem de asker olanlar vardı. Aynı aileden biri asker/diğeri militan ve dağda çarpışarak ölen amca çocuklarının yan yana dizilmiş mezarlarını gördüm.

Bu savaş çok kirli, acımasız, ahlaksız ve çelişkilerle dolu bir savaştı.

Sonra yakılan köyleri, Temmuzun cehenneminde, kışın zemheririn de evi-barkı yakılmış binlerce ailenin yollara düştüğünü, sersem mayın gibi, nereye, nasıl ve kime gideceğini bilmeyen acı bakışları, çaresizlikleri ve yanan yürekleri gördüm.

Gözümün önünde öldürülen gazeteci Namık Tarancı’yı gördüm, faili belli cinayetleri, battaniyenin içine serilmiş, kapı önüne konulmuş soğuk bedenleri gördüm.

Dedim ya, ben savaşın her türlü acısını gördüm.

Acıyı gördüm, ölümü gördüm, gözyaşıyı gördüm, çaresizliği gördüm, yoksulluğu gördüm, açlığı gördüm.

Görenleri de gördüm. İliklerine kadar yaşayanları da gördüm.

Şimdi 15 Temmuz hain darbesinden sonra milyonlarca insan mağdur edildi. Hiçbir idari, adli soruşturma ve kovuşturma yapılmadan yüz binlerce insan KHK denen kararlarla infaz edilerek işlerinden, barklarından edildiler. Binlerce insan aşağılık muhbirlerin ihbarları yüzünden hayatlarından, canlarından, ailelerinden ve sevdiklerinden oldular.

Binlerce insan intihar etti, onlarca insan Meriç Nehri’nde boğuldular, yüzlerce çocuk, binlerce kadın cezaevlerine konuldular.

Oysaki ne ilahi adaletin, ne evrensel hukukun ve ne de insanlığın hiçbir kuralında yargılanmadan, sorgulanmadan, cezaları mahkeme kararlarıyla kesinleşmeden hiç kimse yargısız infaza tabi tutulmamıştır, tutulamaz da.

Askeri öğrencilerin yaşadıkları dramlar da insanın içini parçalıyor. Bir annenin haykırarak ve isyan ederek; “Lanet olsun sizin adaletinize!” cümlesi, beynimden yüreğime adeta bir ok gibi fırlatmıştı.

Kansere yakalanan ve ölmeden önce; “Ne olur babamı görmek istiyorum” diyen Ahmet Ataç, körpecik bir çocuktu. Savcı, babasıyla görüşmesine izin vermedi ve Ahmet, Allah’a uçup gitti. Ahmet’in o cümlesi beni çok ağlatmıştı. Ahmet’in videosunu paylaştıktan sonra “o bir FETÖCÜ’nün oğludur, neden paylaşıyorsun, yoksa akraban, yeğenin mi?” diye soran insanlıktan çıkmış insanları da gördüm.

Dün gece yine babası cezaevinde olan bir çocuk; “orada korona var, babamı bana getirin” demesinden içim burkulmuştu. Bu çocuk her gün, babasının koronadan öleceğini düşünerek korku ve acıyla yaşıyor.

Ben çocukların, ailelerinin PKK’lı, FETÖCÜ olmasına bakmam, çocuklara bir çocuk gibi bakarım.

En başta da söyledim, hayatın bütün çilesini, acısını görmüş biri olarak, çocukların ağlamasına dayanamıyorum.

Bu devlet, bu Hükümet ve bu millet bu girdaptan çıkmalı, kendi elleriyle kendi çocuklarını yemekten vazgeçmelidir.

Adaletin, huzurun ve barışın tesisi için ayağa kalkmalıdır.

Yeter artık, çocuklar, anneler ve babalar ağlamasın demelidir.

Düşman hukuku uygulanmaktan ve adaletsizlikten de vazgeçilmelidir



Bu yazı 1429 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI