Bugun...
“Körlük” ve “Ayasofya”


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 15-07-2020 01:31

On bir Temmuz annemin ölüm yıl dönümü nedeniyle kendimi, yazın kavurucu sıcaklığında sıtmaya yakalanmış, üşüyüp titreyen, titredikçe kalbi bir kuş gibi pır pır eden bir çocuk gibi hissediyor, bacakların bağı çözülmüş, hasta bir adamın yataktan çıkamayan mecalsizliğini yaşıyorum her On Bir Temmuz da.

Belki abartıyorum, belki yanlış yapıyorum, belki fazla duygusalım, bilmiyorum, ama bildiğim, on bir yıldır bu duygunun bende hiç değişmediğidir.

Dün gece sabaha doğru sosyal medyayı aylak aylak dolaşırken, Haber Spikeri Billur Gökay Aktürk’ün paylaştığı bu sözü, bu makaleyi yazmama vesile oldu.

Söz şu:

“Gören göze karanlık perde yapmaz;

Görmek istemeyen göze ışık ne yapsın?”

Hz Ali (r.a)

Ayasofya’nın cami yapılmasıyla ilgili kararını destekleyenler, tekbir nidalarıyla memnuniyetlerini dile getirir, kimi yalaka yazarlar, Reis’e yağdanlık yapmak için, methiyeler dizerken, kararı doğru bulmayanlar da, bu kararın en başta dinler arası barışa katkı sunmadığını, insanlığın ortak mirası olması gereken bir müze olması gerektiğini ve bu kararın uluslararası toplum nezdinde bizi zora sokacağını söylediler. Yazdılar-çizdiler.

Hükümetin bu kararı, içte ve dışta sıkışan, gittikçe oyları eriyen, bunun için demokratik adımları atması, özgürlük alanları genişletmesi, ekonomik krizden çıkmanın yolları aranması gerekirken, çözüm olarak gördüğü “etnik” ve “inanç” kartının sahaya sürülmesi olarak görüyorum.

Bir başka gerçek de hükümet gittikçe sertleşerek otoriterleşiyor, otoriterleştikçe de sertleşiyor, adaleti arayan baro başkanlarını tartaklıyor, adaletsizlik çığlıkları, işkence isyanları ve açlıktan intiharları duymazlıktan geliyor.

Bütün bunların görünmesini engellemek için de, toplumun gözüne kum atıyor.

Hükümetin şu anki durumu; virüs hastalığını yükseğe fırlatılan bir okla, en yüksek noktaya kadar çıktıktan sonra, bir an havada asılı kalan, sonrada zorunlu iniş eğimi çizen bir oka benzetiyorum.

Ama toplumumuzun büyük çoğunluğu bunu görmek istemiyor. Bir de yuttukları her lokmanın, başkalarının ağzından çalınmış olduğunu bilip, bunun bilinmesini istemeyenler de, görülmesini kirli algılarla engellemeye çalışıyorlar.

 

Nasihatler kitabı:

“Bakabiliyorsan, gör. Görebiliyorsan, fark et.”

“Alevi en parlak olan mum, yolu aydınlatan mumdur.” Sözünü yıllar önce okumuştum.

“Körler ülkesinde, tek gözlüler kral olur” ama bizim ülkede ise, bırakın tek gözlülerin kral olması, geri kalan gözü de çıkartıyorlar.

Cezaevi, açlık ve sürgünle terbiye ediyorlar.

Biz ülke insanı olarak; gözleri kapalı olmak ile kör olmak arasındaki farkı göz ardı etmekle birlikte, rahmetli annemin dediği gibi aklımız başımızda değil, gözlerimin içindedir. Duygularımız ise, en önde dört-nalla gidiyor.

Kemal Sunal’ın Tarzan Rıfkı filmindeki gibi, gidip pala bıyıklı Rakı’dan hesap soracağına, sokakta bulduğu her pala bıyıklıyı bulup, bıyıklarının yolması gibi, biz de her şekilde yolunuyoruz.

Her defasında da “yandım anam” diyoruz. Dedikçe yine bıyığımızın geri kalan kısmı da kökünden çekiliyor, bu sefer de “neden hep yandım anam diyorsunuz, bir defa da yandım babam deyin” diye bize kızıyorlar.

Ayasofya olayında, hayırlısıyla her birimiz kör olduğunda, korkarım ki, en son gördüğümüz şeyi birbirimize anlatmak durumunda kalacağız.

Reis’in, bir yıl önce söylediği, “Biz Ayasofya’yı cami yaparsak, yurt dışındaki camilerin durumu ne olur?” sorusu ile, “hele önce kendi camilerimizi dolduralım” tespitini de birbirimize söylemek durumunda kalacağız.

Ve körlerin körlere karşı savaştığı gibi, biz de birbirimizle savaşacağız.

Günahkârların cezasını, masumlara ödeteceğiz.

Korkunun her zaman iyi bir akıl hocasını olmadığını, ödediğimiz bedelden sonra öğreneceğiz.

Şeytanın her zaman kapının arkasında beklemediğini de göreceğiz.

Ölü ayakkabısını bekleyerek, aslında artık bekleyecek bir şeyimizin olmadığını, çektiğimiz, gelecek nesillere de çektireceğimiz bedelden sonra öğreneceğiz. Tarihte ölüleri kartondan ayakkabılarla gömdüklerini belki öğreneceğiz ama ruhların ayağının olmadığını da öğreneceğiz.

Ayasofya’yı cami yapmakla, nasıl ki, cüppe giymekle keşiş olunmuyorsa, eline asa almakla da kral olmayacağını da yaşayarak öğreneceğiz.

Ormanda ağaçların, yangından kaçtığını hayal etmek güzeldir, ama yaşadığımız körlüğün umudumuzu da tükettiği bir dünyada yaşadığımızı, nalları dikince öğreneceğiz.

Aklımızı, vicdanımızı, irademizi ve tüm benliğimizi kendi elimizle yarattığımız canavarlara teslim ettiğimiz zaman, o canavarların mutlaka bir gün bizi de yiyeceğini asla unutmayacağız.

Şu anda ülkemizde, uygarlığın insanların kuyulardan su çektiği çağa gerilediğini ve bunu görmeyi reddedebiliriz ancak zaten yazgının, kaderin bir yere varmadan önce çok dönüp dolaştığını ve en sonunda, mezarda başını tabuta vuran ölü gibi, uyandığımızda çok geç kaldığımızı da göreceğiz.

Evren ve kâinatta bütün yaratılış hikâyelerin hikâyesi aynıdır.

O yüzden günün birinde, krallığını tek bir ata değişmek istemiş kralı hatırlamayı, hatırlatmayı ve hatta kulağımıza küpe etmeyi unutmayalım derim.

Çünkü Allah ve Tarih kendi kanunu dışındaki kanunları asla affetmez!



Bu yazı 1508 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI