Bugun...
“Cumhuriyeti Demokrasiye Dönüştürmek” Vali Güngör Aydın


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 18-01-2023 22:51

Hayatı boyunca demokrasi ve insan hakları alanında mücadele eden, bu uğurda ağır bedel ödeyen, Elazığ Valisiyken Kontur-gerilla tarafından ölümle tehdit edilen, buna rağmen yılmayan ve korkmayan Emekli Vali Güngör Aydın’ın 18 Temmuz 1988’de kaleme aldığı, bugünkü “çöküşten çıkışın anahtarı” olan, manifesto değerindeki raporunu sizlerle paylaşmak istedim.

Bu raporunu benimle paylaşan Sn. Aydın’a da ayrıca şükranlarımı sunuyorum.

Hemen hemen tüm muvazzaf ve emekli valilerin “abi” diye hitap ettiği, benimde her zaman dostluğundan onur duyduğum saygıdeğer büyüğüm Vali Güngör Aydın’ın seksene dayanmış yaşına rağmen muazzam bir demokrasi mücadelesi vermesini hep hayranlıkla karşılamışımdır.

Sözü uzatmadan sözü Sn. Aydın’a bırakmak istiyorum…

“CUMHURİYET Yönetimi, kuruluşunda öngörülen ulusal hedefine henüz ulaştırılamamıştır. Türkiye’nin temel sorunu Cumhuriyetin demokrasiye dönüştürülememiş olmasıdır. Üstelik devlet, kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından benzersiz bir öngörüyle ortaya konulan hedeflerin yörüngesinden de 1980 askeri müdahalesiyle birlikte büyük ölçüde çıkmıştır; çıkarılmıştır. Oysa Türkiye, 1980 12 Eylülüne kadar Cumhuriyetin başlangıcında kurgulanan demokrasi yörüngesinde kalabilmiş,1980 müdahalesinden önceki tüm engellemeler ve yönetim kesintileri, Cumhuriyet Yönetiminin doğal ilerleme sürecini durduramamış, onu tarihsel hedefinden bütünüyle saptıramamıştır.

Ancak 1980 müdahalesidir ki, devleti/yönetimi bir alt üst oluşa uğratmış, yönetimin felsefesini değiştirmiş, ilerleme sürecini durdurmuş, bütün kamusal, ulusal değerlerin ve kurumların temellerini, içeriklerini boşaltıp Cumhuriyet hedeflerinden saptırmıştır.

ATATÜRK’ün olağanüstü güçlükler içinde oluşturduğu üniter devletin belirleyici öğelerinden olan zor kullanma gücü tekelini olağan/legal olmayan güçlerle, hukuk dışı yol ve yöntemlerle paylaşarak, devlet/yönetim erklerini askersel güçler yanında aynı tarihsel yönetim bloğunun diğer iktidar güçleri olan dinsel ve feodal güçlerin kullanımına açarak ülkeyi bir orta çağ karanlığında yaşanan ilkel iktidar kavgalarının içine doğru sürüklemiştir.

Cumhuriyetin aydınlanma, çağdaşlaşma ve demokrasiye ulaşma hedefleri yerine “Türk-İslam Sentezi”ni hedefleyerek ırkçı ve dinsel güçleri iktidara taşımış, güven ve huzur

söylemine sığınırken toplumda büyük bir güven bunalımına yol açmış, ülkeyi bugün yaşamakta olduğumuz güvensizlik ve karmaşa ortamına, devleti tıkanma ve çürüme noktasına getirmiştir.

Ulusal Kurtuluş Savaşında ve Cumhuriyet Yönetiminin oluşturulmasında yönetici ve öncü güçler arasında yer alan, ancak 1970 li yılların başlarından itibaren sistematik biçimde 12 Eylül sürecinin ve yönetim felsefesinin içine çekilen, yaklaşık 30 yıldır bu sürecin bağlaşıklıkları içinde bulunan, bu nedenle de bunalımı en derinden yaşayan Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, devlet/kamu yönetiminin bütün birimleri ve alanları, bugün, kurumsal olarak, bu süreçten çıkabilmenin, doğrultu düzeltmesi yaparak yeniden Cumhuriyet felsefesinin yörüngesine girebilmenin çabaları, sancıları ve arayışları içinde bulunmaktadırlar.

Yüzyılımızın en büyük ve kalıcı örgütlenme olaylarından biri olarak kurulmasından övünç duyduğumuz, yurttaşlık coşkularımıza kaynaklık eden Cumhuriyetimizin, onu en çok savunuyor görünenler tarafından içine sürüklendiği bugünkü tıkanma,yıllardır Cumhuriyet felsefesinin gerçek aydınları ve düşünen yurtseverlerince her türlü risklere karşın bilinçle ifade ediliyor ve bunalımdan çıkış yolları bir bir gösteriliyorken,bugün sade yurttaşların bile ortak duyularıyla algıladığı, bütün siyasal partilerin ve devlet yönetiminin en tepesindeki sorumluların da kabul ettiği bir olguya dönüşmüştür. Bugün halk, sokaktaki insan,yönetime/devlete güven duygusunu genelde yitirmiş,temel haklarının ve yarın güvencesinin kaygısı içine düşmüş,umutsuz ve tepkilidir; güven ve saygı duyacağı,etkili,çağcıl,yansız ve hızlı işleyen,insana değer ve umut veren bir yönetimin özlemi,arayışı içindedir.

Dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik koşullar ve gereksinmeler, başka hiçbir doğru seçenek olmadığını her gün yeniden ortaya koyarken, Cumhuriyetin eksiksiz, yerleşik bir demokrasiye dönüştürülemiyor olması, ülkemizi bunalımdan bunalıma sürüklemekte, yönetim yetmezlik, kirlenme ve çürümelerin yol açtığı tıkanmalar sonrasında askersel müdahalelere uğramakta, askersel, dinsel ve feodal güçler (demokrasi öncesinin tarihsel yönetim bloğu) bütünüyle iktidarın dışına çıkarılamamış bulunduğundan, yönetimde etkinliklerini sürdürmekte, demokrasiyi savunan güçler ise dağınıklıktan kurtularak ülkede demokrasiyi yerleştirecek nitel ve nicel bir yetkinliğe henüz ulaşamamış bulunmaktadırlar.

Demokrasinin temel kurumlaşmaları olan siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri de, Cumhuriyetin demokratikleştirilebilmesinin gerektirdiği yeterlik, üretkenlik, birlik/bağlaşıklık ve etkililik düzeyine ne yazık ki henüz ulaşabilmiş değillerdir.

Sivil ve asker kimi etkili kesimler, çözümü ve tıkanmalardan çıkışı her defasında yönetime askerlerin karışmasında, bir başka deyişle militarizmde aramakta ve göstermektedirler. Oysa kuşkusuz çözüm ve bunalımdan çıkış, yalnızca sivil demokrasi güçlerinin öncülük ve yönetiminde demokrasi yolundan gerçekleşebilir bulunmaktadır.

Bu genel bakış ve değerlendirmelerden sonra, ülke yönetimindeki genel tıkanmayı felsefe ve yöntembilim açısından daha yakından, bütünsel ve sistematik biçimde irdelemeye çalışabiliriz.

 

 

Bugün;

-Demokrasi ve hukuk dışı 12 Eylül düzeni, yönetim felsefesi, başta Anayasa olmak üzere bütün kurumlarıyla, kurallarıyla yürürlükte bulunmaktadır. (Anayasa ve kimi temel yasalarda yapılan çok sınırlı lokal değişiklikler düzenin genelini etkiler durumda bulunmamaktadır.)

-12 Eylül düzeninin yerine, yeni bir düzen, kurallar bütünü ve yönetim felsefesi üretilememiş, önerilememiş, gerçekleştirilip yürürlüğe konulamamış; ülkenin nasıl yönetileceği, yani oyunun kuralları konusunda bir toplumsal, siyasal, yönetsel sözleşme/oydaşma sağlanamamıştır.

Ülkemiz, bir yanda;

-Yönetime genelde egemen durumdaki, Cumhuriyeti otoriter ve donmuş bir ideolojiye indirgeyerek savunan, bu çerçeveyi askersel baskı yöntemleriyle değişmeden uygulamak ve bunu sürdürmek isteyen militarist güçlerden,

-Cumhuriyetin başlangıçta üretilen felsefesine bütünüyle karşı olan, onun yerine islamcı (dinsel, akla, bilime dayalı ve çağa uygun olmayan) dünya görüşünü getirip yönetime egemen kılmak isteyen teokratik güçlerden,

-Ülkeyi sivil, baskıcı, demokrasi ve hukuk dışı güçler, çeteler eliyle zor ve şiddet kullanarak ırkçı bir çizgide yönetmek isteyen faşist güçlerden oluşan DESPOTİK CUMHURİYETÇİLER, öte yanda;

-Cumhuriyete demokratik/çağcıl bir içerik kazandırarak onu günümüzün yönetim felsefesi demokrasiye dönüştürüp/ulaştırıp ülkede demokrasiyi egemen kılmak isteyen, temel ülke sorunlarının (insan hakları, laiklik sorunu, Kürt/Güneydoğu sorunu,

yönetimin yeniden yapılandırılması v.b.) demokrasi içinde ve yolundan çözülmesini savunan DEMOKRATİK CUMHURİYETÇİLER

olmak üzere, bu iki güç bloğu arasında her alanda amansız ve sürekli bir savaşıma sahne olan bir uğraktan geçmektedir.

Ülkemizde iktidarı genelde ellerinde bulundurup gelen despotik cumhuriyetçiler, Cumhuriyetin demokrasiye ulaştırılmaması, bunun engellenmesi için her yolu ve yöntemi kullanmakta, aralarında kimi iktidar kavgaları olsa da demokrasiye ve hukuk devletine karşı olmada, antidemokratik yol ve yöntemlerde hemen birleşebilmektedirler.

Demokrasiyi özümsememiş, nereden ve kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun şiddetin her türlüsüne ve teröre karşı çıkmayan, şiddet yanlısı ya da ayrılıkçı kimi güçler de despotik cumhuriyetçilere bu doğrultuda dolaylı katkılarda bulunmakta, şiddet ve terörün tırmandırılarak demokrasi dışı olağanüstü yönetimlere yönelmeyi kolaylaştırmakta, buna gerekçe oluşturmaktadırlar.

Ülkemizin bugünkü sorunu özünde, felsefe ve kadro sorunudur. Asla yalnızca bir sistem, bir model, bir yeniden yapılanma ya da bir hukuk sorunu değildir. Sistem, model, yapılanma, hukuk vb. alanlar olsa olsa sorunun alt öğeleridir.

Yönetimin temel felsefesi ve kadroları bir bütün olarak ve sistematik biçimde değişmedikçe, yönetimin felsefesine demokrasi, merkezine insan yerleştirilmedikçe, yalnızca ana sorunun alt öğeleri olan sistem, model, yapılanma, hukuk vb. alanlarda yapılacak değişiklikler, zaman yitirilmesine yol açacak denemeler olmaktan ve sorunun çözümünü acı deneyler pahasına ertelemekten öteye bir anlam taşımayacaktır.

Örneğin bugünkü Anayasanın yerine 1961 Anayasasını ya da daha gelişkin bir anayasayı getirmek, Cumhuriyetin kurucu sistemi olan bugünkü parlamenter sistem yerine başkanlık sistemlerinden birine yönelmek, yönetimde yeni bir model ve yapılanmaya gitmek, tek başlarına sorunu çözmeye yetmeyecek, yalnızca çözümü erteleyecektir.

Tıpkı yeni bir trafik yasasına bel bağlayarak trafik sorununun çözüleceğini, yeni bir CMUK yasasına güvenerek alandaki insan hakları ihlallerinin artık son bulacağını, en iyi deprem mevzuatına sahip olarak deprem sorunlarının sona ereceğini sanmak; ya da bir başka bağlamda, pişmanlık yasasının çıkarılarak çetelerin ortadan kaldırılacağını, bir demokrasi ve insan hakları sorunu olan çok boyutlu Kürt/Güneydoğu sorununun yalnızca askersel ve ekonomik önlemlerle çözüleceğini varsaymak gibi.

Türkiye’nin temel sorununun, yönetimdeki tıkanmanın bir yönetim felsefesi sorunu olduğu saptaması ile demek istenilen, Türkiye’nin bugüne değin uygulaya geldiği yönetim felsefesinden farklı, ayrı, başka, yeni bir yönetim felsefesine olan gereksinmesinin, sorunun başka yoldan çözümünün olanaklı bulunmadığının ortaya konulmasıdır.

Söz konusu olan yönetim felsefesi, çoğulcu, özgürlükçü, katılımcı demokrasidir; merkezine de insan ve insanlık değerleri yerleştirilecektir.

Bu felsefede, yönetimin, planlama, karar alma, uygulama, izleme, denetleme, değerlendirme ve sorun çözme gibi tüm alan ve süreçlerinde bakış ve anlayışları, yaklaşımları, yöntemleri, ilkeleri, ölçütleri, öncelikleri, yönü, yönelimleri ve hedefleri, psikolojisi ve iklimi değişecektir; değişmek durumundadır.

Şimdi yeniden üretilerek onu özümseyen ve benimseyen kadrolar eliyle yürürlüğe konulacak bu YENİ YÖNETİM/DEVLET FELSEFESİ’ne kimi açılardan daha yakından baktığımızda; bu felsefede yönetim, BAKIŞ VE ANLAYIŞLAR olarak;

-Yönetilenlere kul ve araç olarak değil İNSAN VE YURTTAŞ olarak ayırımsız bakan,

-Gözaltına alınanlara, sanıklara, tutuklu ve hükümlülere düşman gibi değil; insanların, özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları, bu nedenle de insan haklarına saygısız yönetimlerin saldırılarına en açık bulunan ve devlete emanet edilmiş durumdaki bu yaşam kesitlerinde onlara da hakları olan insanlar olarak bakan,

-Değişik köken, inanç, düşünce ve kültürdeki yurttaşlara devletin koruyuculuğunu ve güvencesini ayırımsız taşıyan ve öyle bakan; bunlardan kimilerini potansiyel suçlu ve düşman olarak görmeyen bir çağdaşlık düzeyine ulaştırılacak; YAKLAŞIM VE YÖNTEMLERİNDE;

-Despotik, otoriter, baskıcı, yönetimin odağına kutsal devleti yerleştiren değil,

-Demokratik, barışçı, hukukun ve sivil yönetimin üstünlüğüne dayalı, yönetimin odağına/merkezine insanı/yurttaşı yerleştiren, eğitimden Kürt/Güneydoğu sorununa, sağlıktan trafiğe değin tüm sorun alanlarında görevlerinin gereklerini insan merkezli olarak yerine getiren,

-Gizliliği esas alan, tuzakçı, kimi toplum kesimlerini dışlayıcı, hak kullanımlarını engelleyici, insanları ve toplulukları kışkırtıcı ve birbirine düşürücü, insana ve haklarına saygısı olmayan değil,

-Açıklığı esas alan, bireylerin ve toplulukların hak kullanımlarına, halkın yönetim süreçlerine katılımına ve denetimine açık, olumlulukları, başarıları özendiren ve ödüllendiren,

adalet, barış, güven ve umut üreterek insanları kazanıcı, toplayıcı ve birleştirici, karar ve uygulamalarında ilkeli, insana ve evrensel temel haklarına saygılı bir uygarlık çizgisine taşınmış olacaktır.

Özetlenirse, söz konusu olan ve tıkanıklığa çözüm olarak görülen,

İNSAN MERKEZLİ, ULUSAL, BÜTÜNCÜ/ÜNİTER VE DEMOKRATİK YENİ BİR YÖNETİM/DEVLET FELSEFESİ üretilmesi ve yürürlüğe konulmasıdır.

Bu yeni felsefe üretildikten sonradır ki, bütün süreçlerinde demokratikliğine özen gösterilecek yeni bir anayasanın ve buna uygun hukuksal yapının gerçekleştirilmesi, yönetimde sistem, model ve yeniden yapılanma gibi alt öğelerin belirlenmesi olanaklı bulunacaktır.

Öte yandan Ülkemizde, ertelenmeden, öncelikle yapılması gerekenleri, demokrasiye geçişin, Cumhuriyeti demokrasiye dönüştürmenin de ön gerekleri ve ilk adımları niteliğinde bulunan şeyleri irdelediğimizde, bunların en başında, ülkenin her yanında, toplumda ve bireylerde genel huzurun sağlanmasının, yönetimle ilişkileri açısından insanların bugün ve yarın endişelerinin, korkularının içinden çıkarılmasının, devlete güven duygularının arttırılıp güçlendirilmesinin, bir başka deyişle yönetimle halk ve bireyler arasında karşılıklı güven ilişkisinin yeniden kurulmasının, genel huzursuzluk yaratan kaynak, sorun ve konuların ivedi ele alınıp çözüme bağlanarak huzursuzluk kaynağı olmaktan çıkarılmasının geldiği görülmektedir.

Ülkede toplumsal huzur ve güven sağlamanın gerekleri arasında ilk üç sırada yer alan ve ivedilik taşıyan konu ve sorunları şöyle sıralayabiliriz:

1. Herkes için ve Ülkenin her yanında adalet, temel insan hakları, bugün ve yarın güvencesi sağlamanın ön koşulu bulunan hukukun ve demokratik sivil yönetimin üstünlüğünün sağlanması.

2. Üniter/bütüncü devletin belirleyici öğelerinden biri olan zor kullanma gücü tekelindeki parçalanmışlık ve sapmaların (militarist, feodal, dinsel ve yeraltı çeteleşmiş güç kullanımlarının) giderilerek, bu gücün, devletin olağan iç güvenlik kurumu olan İçişleri Bakanlığı’nın yönetim ve denetimi altında toplanması, yalnızca bu yönetim kanalından bütünlük, disiplin, yansızlık ve hukuka uygunluk içinde kullanılabilir kılınması.

3. Kürt/Güneydoğu Sorununun, yönetim biliminin sorun çözmedeki evrensel kuralı doğrultusunda, yani soruna dönüştüğü yerden, demokrasi ve insan

hakları temelinde, demokratik sivil yönetim eliyle barış yolundan çözüme kavuşturulması.

Özellikle, Kürt/Güneydoğu Sorununun çözümü ülkede genel huzur sağlamada büyük önem ve ivedilik taşımaktadır.

Değilse, Kürt kökenli yurttaşlar topluluğunda yol açtığı PKK, devlet içinde yol açtığı çeteleşme, güvenlik alanında yol açtığı koruculuk ve benzeri türevleriyle sorunun, çözülmemesi ya da çözülememesi durumunda yönetimde ve toplumda yeni şiddet ve sapmalara yol açacak başka türev sorunlara kaynaklık etmesi önlenemeyecek, üniter devletin belirleyici öğelerindeki parçalanma durdurulamayacak, oluşan parçalanma giderilemeyecektir.

Kaldı ki, ülkenin bir bölgesinde sürekli kanayan büyük bir yara, genel bir toplumsal huzursuzluk varsa, bileşik kaplar fizik kuralında olduğu gibi bu huzursuzluğun ülkenin diğer bölgelerine de giderek yayılması, taşınması kaçınılmazdır.

Çünkü bir ülkede, HERKES HUZUR İÇİNDE OLMADIKÇA, KİMSE HUZUR İÇİNDE OLMAYACAKTIR.

Ancak Demokratik Cumhuriyetin felsefesinin üretilerek yönetime taşındığında, bu felsefeyi doğru özümseyen, benimseyen ve uygulayan yönetim kadroları iş başına geldiğinde, en azından üst yönetim yerlerinde çoğunluğu oluşturduklarında toplumsal huzura kavuşabileceğiz.

Cumhuriyetimiz işte ancak o zaman tarihsel hedefine yani demokrasiye ulaşmış olacaktır.



Bu yazı 470 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI