Bugun...
İnsanlık Tarihinde Aşkın Serüveni


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 19-09-2021 00:47

Bilim adamlarına göre üç milyonluk dünya ve yüz bin yıllık insanlık tarihinin serüvenine baktığımızda kadın ve erkek iktidarı arasında hep zorlu ve büyük mücadeleler geçmiştir.

Bilim insanları Dominque Simonnet, Jean Courtin, Paul Veyne, Jaques Le Goff, Jaques Solê, Mona Ozouf, Alain Corbin, Anne Marie Sohn, Pascal Bruckner ve Alice Ferney birlikte yazdıkları kitap serilerinden bir tanesi de insanlık tarihindeki aşkın serüvenidir.

Kadınların, ebedi aşkın ebedi kurbanları olduğunu, evliliğin asla bir tecavüzle başlatılmaması gerektiğini, aşkın bir tarihi olduğunu, hepimizin de onun mirasçısı olduğumuzu belirtilen kitapta:

Prehistorik dönem için; “Şimdiki kadar severdik birbirimizi, belki daha özgür, hatta daha fazla mutlulukla” tespiti yapılmaktadır.

Kalıcı çiftler oluşturan yırtıcı hayvanlardan kargalar, kurtlar olduğunu, bunların arasında gerçek bir bağlılık olduğunu belirten bilim insanları;

“Paleolitik topluluklar, tek eşlilik yanlısıydı. Avcılıkla karın doyurulurken insanın birden çok karısı olmaz. Çok eşlilik tarım toplumlarında ortaya çıkmıştır. Erkek cenazeleri kadar kadın cenazelere de önem veriliyordu” denilmektedir.

Neolitik dönemden günümüze kadar on bin yıl geçtiğini, özel hayat açısından bir gelişme sayılmayacağını, Roma dünyasında evlilik bir vatandaşlık görevi, eşlerin birbirleriyle geçinmesi de terbiyenin bir gereği olduğunu belirtilen kitapta, ama aynı zamanda Roma dünyasının köleci bir dünya olduğunu, kadına sadece küçük bir yaratık gözüyle de bakıldığı tespitini yapmaktadır.

Daha sonra; Hıristiyanların nikâhsız evliliği kabul ettiğini ancak doğan çocuğu meşru olarak görmeyip miras hakkından yoksun bıraktıklarını, Roma’nın toplu püriten olduğunu, vakitsiz bir İslam düzeninde yaşar gibi yaşadıklarını iddia eden bilim insanları, şu çarpıcı tespiti de yapmaktadırlar.

“Sahibesi tarafından dövülen bir köle dayak yedikten en az üç gün sonra ölürse, sahibesi sorumlu kabul edilmeyecekti. 394 yılında Roma sertleşti bütün erkek fahişeleri toplattı, halkın gözü önünde yaktırdı.”

Sonraki dönemlerde kadınların erkekleri, erkeklerin de kadınları aldattığıyla ilgili Romalıların şu sözüne de yer verilmektedir:

“Savaşa giden her derebeyi, aldatılmaya aday bir kocadır!”

Her dönemde çelişkilerin, din, gelenek, egemenlikler arasında kavganın sürekli yaşandığını ifade edilen kitapta; bekâretin bir iffet sayıldığını, cinsel yaşamın evlilikle sınırlandığını ve kürtajın yasaklandığı belirtilmektedir.

“Günah kadınla başladı ve ölüm hepimize kadından gelir. Beden bir fuhuş yuvasına dönüştürüldü, saygınlığını kaybetti” deyimleri de Romalılara aittir.

Aşkın anlamını karşılayan ilk kelimenin “Caritas” olduğunu, “Caritas”’ın da iyi, güzel aşk anlamına geldiğini ama aşka karşı çıkan Papa Gregorius gibi;

“Beden, ruhun üzerindeki iğrenç giysidir” diyen papaların da olduğunu aktaran kitapta, Ancien Regime döneminde yani 1500’den 1789’a de dek Kilise ve devlet tarafından benzeri görülmemiş bir ahlak düzeninin kurulduğunu da belirtir.

Kitapta tensel hazın şiddetle cezalandırıldığını, Ortaçağ da bile aşkın daha rahat yaşandığını, Antik Çağ döneminde çıplak uyumanın yasak olduğunu, gece entarisinin, yazılı olmayan iktidarı temsil ettiğini belirtir.

XVI. Yüzyılda İtalya’da zinanın hapis, işkence ve idamla cezalandırıldığını, ulu-orta evli bir kadını öpmenin cezası idam olduğunu, XVII. Yüzyılda “uygunsuz hareketleri” nedeniyle on bin kadının Amerika’ya sürüldüğünü, genç kız/erkeklerin burunlarının kesildiğini ve İngiltere’de “eşcinsellik”in vatana ihanetle eş değer tutularak haklarında idam cezasının ilan edildiğini vurgular.

Bilim insanları tarihçilerle ilgili de şu tespiti yapmaktadırlar:

“Tarihçinin sorunu, muhasebe defterlerinin saklanması, aşk mektuplarının yakılmasıdır.”

1789 yılında bir Kadın Hakları Savunucusu olan Olympe:

“Kadınların gece iktidarını ortadan kaldırmalıyız” der.

1793’te yapılan aşk tanımı; “Önceden planlanmayan, pazarlığı yapılmayan, kendiliğinden gelişen, her şeyi altüst edebilen bir ilişkidir.”

XIX. Yüzyıl:

“Çıplaklığı yasakladı, ama anahtar deliklerinde seyretti. Evli çiftin çevresine kalın bir çerçeve çizdi, ama genelevleri teşvik etti.”

Jean Paul Sartre; 1846’da;

” Burjuva toplumunda bir kadın bir hayvanlık yaptıktan sonra, meleklik taslamak zorundaydı.”

Batı da cinsel özgürlüğün bedeli sorumluluğun ve yalnızlığın artmasına sebep oldu, dilin eskiden baskıların kaydını tutarken, şimdi de kaygıların kaydını tuttuğunu da not ediyorlar.

Yine aşkla ilgili:

“Aşk, var olan en antidemokratik itkidir.”

“Aşkı özgürce yaşamak, baskı altında yaşamaktan daha kolay değildir.”

Hermann Hesse; “Bir çağa ait olmak kesinlikle o çağı kavrayamamaktır.”

Bütün aşk tarihi boyunca, evlilik ve cinselliğin kontrol altında tutulduğunu, yalnızca duygunun her şeye rağmen özgür kaldığını, “aşk” sözcüğünün Antik Çağ’da ortaya çıktığını, XIX. Yüzyılda ortaya çıkan “cinsellik”ten daha çok eski olduğunun tespitini de yaparlar.

Bilim insanları: “Bilime göre; seven kalp değil, beyindir” derler.

Budistlerin sözü: “İnsanlık bir denizdir, her birey bir dalgadır, hepsi benzer ve farklıdır.”

Aşkın süren ömrüyle ilgili de; aşkın ömrü, tutku halinin taşıdığı bütün şehvet ve hormonal, kimyasal taşkınlıkla birlikte üç yıldan fazla sürmediğini, “aşk” birbirlerini öldürmeden birlikte yaşama yeteneğine sahip iki bireyin arasında var olan şey olduğunu da iddia ederler.

Ölü vermeden savaşmak istiyoruz.

Ve yaralanmadan aşkı yaşamak istiyoruz.



Bu yazı 990 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI