Bugun...
Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 16-02-2022 00:08

İnsanoğlu bütün insanlık tarihinde hep bu soruları sormuş, evren ve kâinatın sırrını anlamaya çalışmıştır. Bu soruların cevaplarını vermeye çalışan üç bilim insanının birlikte kaleme aldığı “İnsanın En Güzel Tarihi” adlı kitabındaki cevapların kısa özetini sizlerle paylaşmak istedim.

Bilim insanları Hubert Reeves, Joel Rosnay, Yves Coppens, Dominique Simonnet’in birlikte yazdığı kitapta, yıldızların çocukları olduğumuzu, orta hali bir gökadanın dış mahallelerinde yer bulmuş sıradan bir gezegende yaşadığımızı ve insanoğlunun evrensel yapılaşma, örgenleşme sürecinin son ürünleri olduğunu söylerler.

Bilimle dinin aynı alanda hüküm sürmediğini söyleyen bilim adamları:

“Bilim öğrenir, din öğretir. Birinin itici gücü kuşku ise, ötekinin tutkalı, çimentosu inançtır. Âdem ile Havva’yla Afrika’nın savanlarında karşılaşacağız. Her bilim dalı bir kökenin peşindedir. Astrofizikçiler Evren’in kökenini, biyologlar yaşamın kökenini, paleontologlar da insanın kökenini araştırırlar. Bizim öykümüzde yaklaşık 15 milyar yıllık bir dönemi kapsayan üç perdelik, Evren, Yaşam, İnsan, bir dram biçiminde sunuluyor” derler.

İnsan iskeletinin en ünlüsünün 3,5 milyon yaşında olduğunu, bu iskeletin ömrünün en zinde çağındayken ölmüş genç kız Lucy’e ait olduğunu, Evren’in gözünde, küçücük ve önemsiz kıvılcımlardan başka bir şey olmadığımızı belirterek:

“Keşke bunu unutmama bilgeliğini gösterebilseydik” diye de eklerler.

İlk insan Homo babilis ile biz Homo sapiens arasındaki fark derecesi tür düzeyinde olduğunu, insanlığın oldukça yakın bir gelecekte başka gezegenlere yerleşeceğini, Evren’in kökeninin bilinmediğini ve serüvenimizin 15 milyar yıl önce başladığını belirten bilim adamları şu tespiti de yaparlar.

“Bilim dünyayı anlamaya çalışıyor, dinler, felsefeler ise genellikle insan yaşamına bir anlam verme görevini üstleniyor. İki taraf da kendi alanlarında kalmak koşuluyla, din ile bilim birbirlerini aydınlatabilirler.

Bilim Tanrıyı dışlamaz.”

Bilim adamları evren ve yıldızlarla ilgili şu analizleri yaparlar:

“Yıldızlar doğuyor, birkaç milyon yıl ya da milyar yıl yaşadıktan sonra ölüyorlar. Çekirdeksel yakıtlarını tüketmek suretiyle parlıyorlar ve yakıt bitince sönüyorlar, hatta yaşlarını bile saptayabiliyoruz.

Kabul edilmiş Büyük Patlama saatine göre, o sırada Evren 300.000 yaşına ulaşmış bile...

Hiç durmadan değişen Evren’in aksine, bu fizik yasaları ne uzayda ne de zamanda hiç değişmiyor. Dünyadaki fizik yasaları tüm evren için geçerlidir. Eğer Ay Dünya’ya düşüp parçalanmıyorsa çevremizde döndüğü içindir.

Evren uzayın her yerinde aynı yapıları kurdu. En uzak yıldızlar ve gökadalarda bile laboratuvarlarımızda var olmayan tek bir atom gözleyemedik.”

Yaşamın ortaya çıkmasıyla ilgili de, yaşamdan önce yaşam kavgasının olduğunu belirterek şöyle derler:

“Yaşam kendiliğinden ortaya çıkmaz.

Üç çözüm kalıyor.

1- Tanrı’nın işe karışması, ama bu bilim dışına çıkıyordu.

2- Mucizeden pek uzak olmayan bir rastlantı, bu da kabulü zor bir varsayımdı.

3- Ya da dünya dışı bir köken önerisi: Yaşamın tohumları göktaşlarıyla dünyaya düşmüş olabilirdi, ama tabii bu da sorunu çözmüyordu.”

DNA Evren’in “mantıksal” kimyasal evrim sürecinin yapısal bir ögesini oluşturduğunu, moleküller dünyasının bir imler dünyası olduğunu, kimyanın da onun dili olduğunu belirten bilim adamları; cinselliğin de bir devrim olduğunu, cinsellik sayesinde doğa genlerinin harmanlanabildiğini, çeşitliliğin patlamaya sebep olduğunu ve biyolojik evrimin asıl serüvenleri başladığını ifade ederler.

Bilim adamları; ölümle ilgili şu tespiti yaparlar:

“Ölüm de cinsellik kadar önemlidir.”

Bitkilerin de kendilerini saldırılara karşı korunduğuyla ilgili ilk kez böyle bir tespite denk geliyorum.

Bilim adamları:

“Doğanın gelişmesini sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu atomları, molekülleri, mineral tuzlarını yeni baştan dolanıma sokar. Bitkilerde de bir tür bağışıklık sistemi, hatta sinir sistemiyle eşdeğerli başka bir sistemin varlığını yavaş yavaş keşfetmeye başlıyoruz.

Bitkisel canlılar da kendilerini saldırganlara karşı koruyan karmaşık ve ayrıntılı mekanizmalara sahiptirler. Ayrıca ağaçların, bir saldırganın varlığını birbirlerine uzaktan haber verdikleri biliniyor. Alçak dalları yemeleri tehlikesi bulunan bazı hayvanlar yaklaştıkça, kimi ağaçlar bazı uçucu maddeler salgılıyor, bunlar ağaçtan ağaca tüm topluluğa yayılıp protein üretiminde değişiklik yapıyor ve yapraklara hayvanların beğenmeyeceği kötü bir tat veriyor.”

“Atom molekülde, molekül hücrede, hücre organizmada, organizma ise toplumda, beynimiz üç katmanıyla, evrimin tüm belleğini içinde saklıyor” diyen bilim adamları yaşam için olduğu gibi insan için de gerçek anlamıyla bir “köken” belirlemenin mümkün olmadığını söylerler.

Bilim adamları; “ilk meyve yiyen yaratıklar maymunlardır. Botanik ve zooloji terminolojisinde “ırk” bir alt-türüdür. İnsana uygulanması abartma olur. Ne zorunsuzluğa ne de rastlantıya inanırım. Bu son perdenin bize öğrettiği, kökenimizin tek olduğu: Hepimiz Afrika kökenliyiz ve 3 milyon yıl kadar önce doğduk. Bu gerçeğin bizi kardeşliğe götürmesi iyi olurdu. Güneşimiz beş milyar yıl sonra ölecek ve hepimiz kebap olacağız. Rus bilim insanı Tsiolkovskiy; “Dünya bizim beşiğimiz ama insan sonsuza değin beşiğinde kalamaz ki…”

Özetle; hepimiz, biriz, kardeşiz, Allah’tan geldik ve yine Allah’a gideceğiz…



Bu yazı 934 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI