Bugun...
Ümidin Yeni Hikâyesi


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 30-08-2020 23:20

Son günlerde can yakan adaletsizliklerden ötürü yaşadığımız travmalardan, acılardan, giderek kutuplaşıp birbirine düşman kesilen toplumun çeşitli katmalarından, ekonomide yaşanan tarihin en büyük kırılmalarından dolayı açlık, yoksulluk ve çaresizlikten intihar eden binlerce insanın acı hikâyesine şahit oluyoruz.

Sadece “adil yargılanma hakkını” isteyen Av. Ebru Timtak’ın ölümüne seyirci kalmayıp adeta onu ölüme gönderip ve kendini Rab ve ilah yerine koyarak “adil yargılanma” hakkını öldürenler, Ebru’yu da öldürdüler.

Kendini ilah yerine koyanlar, Ebru’yu da terörist ilan ettiler.

Devlet katında himaye gören tecavüzcü Uzman Çavuş Musa Orhan, ölümüne sebep olduğu İpek’in annesinin kanlı gözyaşları toplum vicdanını yaraladıysa da yargıçların efendisi yazılı hukuk değil, egemen irade olunca, vicdanlar kanatılmakla kaldı.

Ölüm, acı ve gözyaşı Dicle ve Fırat’a akıp gitti…

Hiçbir idari ve adli soruşturmaya tabi tutulmadan infaz edilen KHK’lılar da her gün birer birer ölümün kucağına atılıyorlar.

Ve KHK’lılar da her gün ölüyorlar…

Bu uygulamaların ve adaletsizliklerin hiçbiri Allah’ın adaletinde, evrensel hukukta ve Resulüllah’ın (a.s) sünnetinde yoktur.

Sadece bir kavme, bir gruba kin duyanlar, ellerinde bulundurdukları kanun ve yasa gücüyle adaletsizlikte sınır tanımıyorlar. Ve işin en can yakıcı yanı da, bu adaletsizliklerine de yine Allah ve Resulü adına yaptığını iddia edip Allah ve Resulünü alet ediyorlar.

Rejimin değişmesiyle artık şu kesin bir şekilde netleşti ki yaşanan bu adaletsizlikler, aynı zamanda bir hegemonya ve bir meşruiyet krizidir de.

Mevcut egemen iradenin uyguladığı antidemokratik ve tamamen keyfi adaletsizliklerden ötürü farkında olmadan kendisinin de dağılıp ne yaptığını bilemez hale düştüğünün de bir resmidir.

Kuşkusuz devlet düzeyinde bir “çatışma” söz konusu olduğunda mutlaka emperyalist faktörlerinde olduğunu da unutmamalıyız.

Çünkü yaklaşık iki yüz yıldır devlette belirli aralıklarla, [20-25 yıl],1839, 1856, 1876, 1908, 1923, 1946, 1960, 1971, 1980 ve 1997′de yaşanan olaylar da bunun açık bir ispatıdır.

Bununla birlikte hükümetlerin ve devlet içindeki kompradorların yaptıkları bütün antidemokratik ve hukuk dışı eylemliklerine de daima “kutsal devlet”, “Beka”, “Din” ve “Bağnaz Milliyetçilik” kılıfını da uydurmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda da devlet kutsaldı, devlet her şeydi.

İmparatorluğun devamı için başta kardeş katli olmak üzere hiçbir şeyden geri durulmamıştır. İnsan hakları ihlalleri olabildiğince işlenmiştir.

Dolaysıyla topluma aşılanan “kutsal devlet” zırhıyla devletin bekası için bireye yönelik yapılacak her türlü eylem de haklı ve meşru sayılmıştır. Bu durumda devlet içinde bir iktidar ikiliği de oluşmuştur.

Biri “asıl devlet partisi” denilen iktidar ve güç odağı, diğeri de görünen-bilinen iktidar, yani “seçimle” gelen “iktidar” ve “Asıl devlet partisi” her zaman kendini devletin varlığından ve bekasından sorumlu hissediyordu.

Bugün “asıl devlet partisi” ile “seçimle gelen iktidar partisi” tek çatı altında birleşerek Ak Parti’ye dönüşmüştür.

Ankaralılaştıkça yalnızlaşan, yalnızlaştıkça kendisine yeni partner arayan ve girdiği girdaptan çıkmak için artık her yolu mubah gören Ak Parti, vesayetçi, cuntacı, darbeci, demokrasi ve din düşmanı dediği kesimlerle ittifak yapmıştır.

Bunun en bariz örneği de Doğu Perinçek’tir.

Ergenekoncu, Balyozcu, Poyrazcı, Eldivenci ve 28 Şubat darbecisi diye vesayete karşı çıktığını, bunlarla mücadele ettiğini söyleyen Ak Parti bu söylemleri üzerine de iktidar olduğu ve iktidarını 18 yıldır devam ettirdiği de bilinen bir gerçektir.

Bugün yaşanan ağır krizden çıkmak için çok daha sorun yaratmak, vesayetçilere sarılmak, şiddetin dozunu arttırmak, AB, ABD ve tüm Orta Doğu devletleriyle çatışmak, sorunu çözmeyecektir. Şiddetin dozuna kılıf uydurup, demokrasiden, dinden, Ayasofya’dan, İstanbul Sözleşmesinden, hukuk devletinden, temel insan haklarından söz etmek toplumun aklıyla alay etmekten başka bir şey de değildir.

Ve bu yöntem tarzı da çözüm değildir.

O halde bu ülkede yaşayan seksen üç milyon bir millet olarak, sesimizin gür çıkması için, ağır rejim krizinden çıkmak için seyirciliği bir tarafa bırakıp kendi hikâyemizi kendimiz yazmalıyız. Ve bu hikâyemizi tüm siyaset dünyasına yansıtmalıyız.

Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, adam kayırma, çürüme, sömürü, yağma ve talan ayyuka ulaştı ve tüm iktidar bünyesini ahtapot gibi sardı. Devletin varlığını, milletin geleceğini ve hayatını riske sokan bu aymazlıktan artık vazgeçilmesi lazım.

O halde artık yüksek sesle dillendirilen “aydınlara çağrı” ve “haykırışlara” karşı artık bu millet de yüksek sesle sesini çıkarmalı, olanlara karşı tepki koymalı, hukukun, adaletin, temel hak ve hürriyetlerin ayaklar altına alınmasına şiddetle tepki göstermeliyiz.

Hırsızların, tecavüzcülerin, katillerin serbest, hırsızı kovalayanın sürüldüğü, cezalandırıldığı, insanların fişlenerek yaşamlarının karartıldığı bir yerde biz hangi demokrasi ve hangi temel hak ve özgürlüklerden söz edebiliriz ki?

Siyasetçilerin, gazetecilerin, yazarların ve aydınların cezaevinde çürütüldüğü, toplumun taraflara bölündüğü, kutuplaştırıldığı, Türk-Kürt düşmanlığının körüklenmeye ve bin yıllık kardeşlik bağının koparılmaya çalışıldığı bir yerde biz hangi toplumsal barıştan söz edebiliriz ki?

Kokuşmuş, çürüyen cesedi mezarına gönderecek ve gerçek yaşamsal alternatifi yeşertecek tek yol: Hukuk ve adalettir. Toplumsal barış ve kardeşliktir…



Bu yazı 946 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI