Bugun...
İnsan Olma Sanatı…


Cüneyt ALPHAN GÜNEŞ DOĞARKEN
 
 
facebook-paylas
Tarih: 29-08-2023 15:25

Aslında insan olmak, kuyumcu titizliğiyle işlenerek meydana gelen eşsiz bir sanat gibidir. İnsan olmak bu gezegenin en zor şeyidir. Filozof; “insan, aslında vahşi bir hayvandır, sadece onun yontulmuş haline uygarlık diyoruz” demesi de boşuna değildir.

Vicdan, ahlak ve adalet uğruna bugüne değin milyonlarca insan ölmüştür.

İnsanlığın ilk ataları olan İlk Avcı toplayıcılarından günümüze değin “erdem, adalet ve vicdan” savaşı verilmiştir.

Yakın tarihimize gelirsek Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar arasında artık en önemli şeyin barbarca bir güce sahip olmak olduğunu unutmamalıyız. İnsanların barbarca güç kanununu adalet kanunuyla değiştirmiş olması onları şerefli ve onurlu olduklarını da gösterir.

Peki “güç” kanununun “adalet” kanunuyla değiştirmede biz ne kadar başarılı olduk? Uygarlığı ne kadar yaratabildik ve ne kadar uygar olabildik? Gerçekten de dillerde pelesenk olan “necip millet” kavramının hakkını verdik mi ve necip miyiz?

Bu topluma dair hayatımın en büyük iki kırılmasını yaşadım. Birincisi 15 Temmuz darbesinden sonra toplumun gerçek yüzünü görmek, ikincisi; en son Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde milletin gösterdiği tavrı görmek. Kanadı kırılmış yaralı bir güvercin gibi, yüreği sıkışan, nefes almakta zorlanan, duygularında boranlar yaşayan birinin ruh halini yaşadım.

Kendimi acımasızca sorguladım, bu toplumun adaleti ve barışı için 28 Şubat’ta fişlendim, TRT’de fişlendim ve tüm hayatım elimden alındı.

Sağcı-solcu, dindar-dinsiz vs. fark etmeksizin millet olarak yozlaştığımızı, güce-paraya taptığımızı, makam, mevki ve dünya menfaati için muhbirliğin, aşağılık iftiracılığın, ayak kaydırmanın, yolsuzluğun, hırsızlığın, vurgunun, talanın bu toplum için önemli olmadığını, yargılamanın, sorgulamanın önemli olmadığını da görmekten inanılmaz acı duydum.

Bizim canımız yanmayana kadar bizim dışımızda canı yananlara yüz çevirdik, insanlık hukukunun hiçbir ahlakına sığmayan adeta bir soykırım gibi bir uygulama olan KHK’lılara karşı ikiyüzlü davrandık. Kürtlere karşı yüreğimizi ortaya koyup, empati ve sempati yapamadık.

Düşünün daha dün kendisi Kürt olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca; E-Reçetem sistemine 5 dilin eklendiğini, e-reçetem sisteminde test işlemi tamamlanan dillerin, dün sabah saatlerinde canlı ortama alınmaya başladığını, tüm dillerin (İngilizce, Almanca, Arapça, Fransızca ve Rusça) canlı ortama alınma işleminin tamamlandığını söylerken neden Kürtçenin de eklenmediğini söyleyemiyor.

Mahkemelerde ve TBMM’de Kürtçe için “bilinmeyen dil/lehçe” denilerek Kürtlere en onur kırıcı, en aşağılık tavrı dayatıyor. Ülke ve dünya genelinde yaşayan 70 milyon Kürdün dilini, tarihini, kültürünü yok sayıyor.

Kürtleri 100 yıldır ret, inkâr, baskı, şiddet politikasıyla onları dilinden, kültüründen ve tarihinden koparabildiniz mi? Sorun ulusal boyutta çözülebilinirken bu baskıcı politikanızla daha çok uluslararası boyuta taşımaya sebep oldunuz. Örgütlerin yaratılmasında ön-ayak oldunuz.

Felaket üstüne felaket yaşadık yine de ders alıp insan olduğumuzu hatırlamadık.

Oysa ki; kötülüklerle savaşmanın tek yolu, onunla savaşmaktır. En yüce sanat bilgeliktir ama aydınlarımızın, bilim insanlarımızın, gazeteci-yazarlarımızın, akademisyenlerimizin cezaevlerinde çürümesine göz yumduk. İktidarın bütün yalanlarını kendi gerçek hayatımız gibi gördük.

Yaşamın bir varlık olduğunu, onu bir bütün olarak değerlendirmek gerektiğini, ayrı ayrı dakikaların bile farklı değerlendirmek gerektiğini bilemedik.

Montaigne “insani olmayan, bizi gerçek zevklerden uzaklaştıran yarım yamalak bilgiden nefret ederim. Doğal isteklerimize karşı çıkmak ne kadar anlamsızsa onları aşırı derecede şımartmak da o kadar saçmadır” der.

İşte, biz de yarım-yamalak, çoğu algı ve uydurma bilgilere inanarak darbeyi sorgulayamadık, gerçekten darbenin perde arkasını bilmeden, (-ki aslında bütün dünya biliyor,) KHK’lılara ve Kürtlere yapılanları meşru gördük, vurun abalıya dedik. Devletleşen iktidar da devletin bütün kamusal gücüyle vurdu, vuruyor.

İktidar ne yaptı?

Sırf Gülen Cemaatinin yerine başka cemaat/tarikatları yerleştirmek için insanları acımasızca yaftalayarak, PKK’lı, Fetöcü, Komünist diyerek, sosyal medyada şu beğeniyi yaptın, şu twiti attın diye insanları vahşice fişleyip ekmek ve hayatlarını ellerinden alarak acımasız bir zulmü uyguladı.

Bu vahşice zulüm bana da yapıldı ve hayatımın en güzel yılları elimden alındı.

Suçum neydi?

Zulüm, adaletsizlik yapılmasın, insanlar ölmesin, barış ve kardeşlik hâkim olsun dediğim için.

CHP lideri Kılıçdaroğlu “iktidarın siyasi ve ahlaki meşruiyeti yoktur” derken haksız mıydı?

Pascal; “İnsanlık üzerine çalışanların geometri üzerine çalışanlardan daha az olduğunu gördüm” der.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası sayesinde iktidar olan Ak Parti iktidarı, anayasayı takmıyor, uygulamıyor, kararları Anayasa Mahkemesinin de üstünde olan AHİM’in kararlarını takmıyor, uygulamıyor, hâkimler, savcılar yazılı hukuku takmıyor, uygulamıyor, sadece iktidarın ağzına bakıyor. Ülkenin hazinesinden milyarlarca dolar çalındı, ülkenin yeraltı-yerüstü kaynakları yağma edildi, Cumhuriyetin en önemli fabrikaları satıldı.

O zaman sormak gerekir?

Yasal olan bir şey meşru mudur?

Demokratik midir?

Hayır! Değildir.

Örneğin devlet Doğu ve Güneydoğu’da 4500 köy yaktı, orman yaktı, Cezaevlerine operasyon düzenledi, onlarca insan öldürüldü. 4,5 milyon insanı zorla göç ettirdi, faili belli cinayetleri, gözaltında kayıpları saymıyorum bile. Devletin bu yaptığına “yasal” denilebilir ama meşru ve demokratik değildir. Yani yasal olan bir şey, meşruluğun ve demokratikliğin de garantisi değildir.

Bazen yakın dostlarım “Cüneyt! Çok sabırlısın, kim yerinde olsa yurtdışına gider, bu kadar sıkıntıya katlanmaz” diye.

Belki de kendi pencerelerinde haklıdırlar lâkin sabır, dikenli bir çalılığı güle, ekşi, asitli bir meyveyi kiraza, elmaya ve sulu meyvelere çevirir. Yaşadığım ve bana yaşatılan her şeye karşın umudumu koruyor ve sabrın sonu selamet olacağına inanıyorum.

“Kıyıya asla yüzemeyeceğimize göre burada boğulup ölelim” felsefesi korkaklığın/korkakların felsefesidir. Bu konuyla ilgili Jules Payot’un muazzam tespitleri vardır, tam da bizi yani toplumumuzu anlatır.

Payot; “ahlaki bakımdan çocukların büyük kısmı kendi hallerine bırakıldığı için bencil eğilimler gösterdiklerini, kölelik, köleleri öyle ahlaksızlaştırır ki onların köleliği sevmesini sağladığını, küçücük eylemler alışkanlıklar oluşturulurken biriktirilmiş alışkanlıklar karakteri oluşturduğunu” söyler.

Özgürlüğün manevi yaşamda olduğu gibi sosyal yaşamda da asla gereksiz bir lütuf olmadığını, akıllı bir insanın muzaffer olduğunu çünkü evrensel düzene ve akla inandığını, şansa asla inanmadığını, zaferin sırrı gideceği yeri bilmek ve hiç durmamak olduğunu ifade eden Payot’un şu tespiti de kayda değerdir.

“Hayatları kolay olan insanları etkileyen bir iradi hastalık vardır. Yüzmeyi can yeleğiyle öğrenen birisi asla iyi bir yüzücü olamaz.”

Platon; “haksız olmaktansa haksızlığa uğramayı tercih ederim.”

Nicole; “insanların ne düşüneceğinden korkmak, baruttan başka bir şeyle doldurulmamış olduğunu bildiği bir tüfekten bir askerin korkarak kaçmasına benzer.”

Yine bununla ilgili Payot; “kendisine saygısı olan genç biri asla başkalarının düşüncelerine boyun eğmez.”

Özetle; ya insan olma sanatını geliştirip insanlık hukukunu uygulayacağız ya da emperyalist devletlerin ağzında birer lokma olmayı göze alacağız.



Bu yazı 502 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Haber sitemizi beğendiniz mi?


YUKARI